2.5.12

pembe


07.12.2007 tarihinden bir not:

böyle uzun zamandır merhabanız olan bazı insanlar vardır. ilk tanışmanızda bazı şartlardan ötürü iyi tanıyamazsınız birbirinizi, uzaktan bakarsınız sadece. herhangi bir sebepten ötürü yakınlaşırsınız. uzakta da olsanız biraz yakın olursunuz ona. telefonun ucundasın sonuçta.

arkadaş üzgün, siz süzgün. böyle böyle birbirinize sarılırsınız aptal saptal bi ton msn smiley'leriyle. şarkılara alternatif sözler yazıp birbirinize söylersiniz.

çoğunuzun anlayacağı üzere bir aşk hikayesi değil bu, hatta yine baskın çoğunluğun asla anlayamayacağı bir şey. ruh ikizi diyip olayı iyice amerikan dizisine döndürmek istemiyorum ama öyle gibi. cami avlusundan alinmiş 2 kardeş gibi. onu 2 sene kadar önce almişlar o yüzden yaşı büyük. yoksa ayni yaştayiz. 19.

genelde neşeli oluyor konuşmalarımız, keyif alıyoruz birbirimizle konuşmaktan. beni yemiyorsa tabi. LAN ? oyarım.

bu neşeli konuşmaların arasına serpiştirilen kocaman hüzünlerimiz var esasında. hatta bu hüzünlere dayanıyor ilişkimizin temeli. bazen ona üzülmekten kendimi unutuyorum, eminim ki bazen de o unutuyor. birimiz diğerimiz, diğerimiz birimiz için artık. "o üzülmesin" de kıvamına geliyor.

ha kendisi gerçek bir prenses olduğu için durup durup bu şarkıyı söylüyorum ona.

hadi topla yüzünü prenses
üzülme katla hüznünü
kaldir çekmecene bir yerlere sakla

çünkü öyle yapması gerekiyor bir prenses olarak. hüzünlenmek, unutamamak doğal. kimse senden unutmanı istemiyor ki ? üzülmemeni istiyorlar sadece. bu derdini de sakla bir yerlere. zor da olsa.

daha ömrünü tüketecek nice yaralarin olacak
kabuklari düsecek, yeniden kanayacak

daha yaşımız kaç oğlum ? diye çemkiriyorum bu kıtada, daha neler görcez ? neler oldu daha önce, sonrasında neler gördün ? gördüklerin göreceklerinin teminatıdır. bi gün onu bulucaz ve acayip sevicez lan ! diye çemkiriyorum tekrardan aklımda kocaman soru işaretiyle.. "biz bulcaz sevcez taam da ya o sevmezse ? gnveroıfsdgjlv, neyse orasına o zaman bakarız

kirmak istiyor birak gitsin
gitmek istiyor birak gitsin
bir daha dönmesin


hakkaten bu karaktersizler ne yapmak istiyor ? kırmak mı ? gitmek mi ? kalmak mı ? gitsinler dönmesinler tabi, ama önce bi gitsinler. gitgel yaptıkça olmuyor. ama burda da olay sende. sen göndereceksin.. diye sesleniyorum bayrağa.


ister yen, ister yenil
daha gençsin ögreneceksin
ister sev, ister sevil daha neler göreceksin
ister yen, ister yenil daha gençsin ögreneceksin
ister sev, ister sevil
gençsin....

güzelsin...

direk böyle düşünüyorum, genciz güzeliz sizi üzeriz.. seversin, sevilirsin, yenersin yenilirsin. geçecek ki hepsi.

daha önce de sevdin , daha önce de sevildin ? daha önce de yendin ? daha önce de yenildin ?
yine aynı boku yedin. üzüldün, ağladın, bin perişan oldun. zamandan başka ne kaybettin ? o da o kadar önemli değil.
gayet saçma ama mayalık yoğurt gibi düşün, o harcadığımız zaman yoğurt! o yoğurda süt ekleyip mayaliyoruz ki bi sürü yoğurdumuz olsun. keyfimize göre yaşayalım yoğurtla :) o harcanılan zaman mayalık,

genciz daha, düşündümde güzeliz demem yalan... gönül isterdi ama, sadece sen güzelsin. ben "yakışıklı değil ama sempatik" olurum en fazla.

en sevdigin yalnizligini
al geçir sirtina
eserse hafiften hüzün, üsümezsin

yalnız olmak iyi bir yerde, kafanı dinlersin, kendini dinlersin. oturur sohbet edersin. canın sıkılırsa ara beni

belki elmaciklarin islanir
fena mi yanaklarin allanir
ağla, durma ağla
biraz ruhun cilalanir

daha önce seni ağlarken görmediğim için böyle duygusal şeyler diyemiyorum ki ağlayan kızdan nefret ederim. ben yokken ağla, ağladığını bana söyleme.

kirmak istiyor birak gitsin
gitmek istiyor birak gitsin
bir daha dönmesin
ister yen, ister yenil
daha gençsin ögreneceksin
ister sev, ister sevil daha neler göreceksin
ister yen, ister yenil daha gençsin ögreneceksin
ister sev, ister sevil
gençsin....
güzelsin...


çok güzel yazmışlar, söylemişler bize de ithaf etmesi kalmış, ettikte.. farkında değil o, haftalardır öyle kafama esip öylesine aradığım zamanların çoğunda bu şarkıyı dinlemişimdir de aramışımdır.
herkesin böyle arkadaşları vardır karşı cinsinden, ama dışarıdan görünüşü özündeki gibi değildir asla. misal benim olası sevgilimin böyle bi arkadaşı varsa OYARIM !!!
anlaşılması zordur hakikaten, ama ikimiz de dışarıdan nasıl göründüğü konusunda pek alakadar olmadığımız için gayet rahatız. allah bize aşık olanlara sabır versin. ama işte insanın içinde rahatlık olunca etraftan nasıl göründüğü, gereksiz insanların nasıl düşündüğü en azından benim umurumda olmuyor.

işte bütün bu sebepler yüzünden, sana anlatamadığım, seninle paylaşamadığım püsürler yüzünden, o yılların acısını almak için her bokumu paylaşıyorum.

alayına isyan, inadına pireti !

not: aşşağıdaki pembeye tıklayarak onun bloguna ulaşabiliyorsunuz. bi göz gezdirin nası bi manyak var başımda.




13.10.11

Hayata Aç Olmak

Yalnızlıkla doğru orantılı bir açlıktır.
Yalnızlığınız ne kadar uzun sürdüyse, açlığınız bir o kadar artar.
Kalbinizin gurultularından başka hiçbir şey duymazsınız, aldığınız her nefesi hazmetmek zorlaşır.
Bunun dışında; bu açlık duygusallığınıza da yansır.

İki güzel kelime söyleyen karşı cinsi kendinize aşık zannedersiniz, siz de için için hoşlanmaya başlarsınız.
Aynı şekilde ilgi gösteren hemcinsinizi de süper dost ilan edersiniz.
Sizinle konuşan herkes süper insandır.

Bu atıştırmalarla doydum zannedersiniz, işte hayat bu deyip, hayattan zevk aldığınızı sanarsınız.
Evet dibe vurdum, ordan aldığım gazla yüzeye çıktım, uçuyorum dersiniz.
Belki de uçarsınız, ama sizin kanatlarınız var mi ?

Olmayan kanatlarla çırpınırsınız, çırpındıkça dengeniz bozulur.
İşte o ara süper dostunuzu, süper insanları, süper aşkınızı ararsınız.
Onlar zaten gitmiş olurlar.

Yine düşersiniz, yine acır, yine yalnızlık.
Bu sefer adam oldum, artık güvenmek yok dersiniz.
Ama inanmaktan başka şansınız yokki!
O kadar yalnızsınız ki, hayata o kadar açsınız ki... Sevmeye, sevilmeye hasret...
Bir çift gülen göz, iki güzel söz alıveriyor geriye kalan yarim aklınızı başınızdan...
Sonrası şarkılar, hatıralar.

Hep aynı....

Lacuna Coil - Falling

her zaman gülünmez ya, ağlamak lazım bazen



Penguen çizerlerinden deniz ensari'nin şizofren denizler köşesi var, çok severim..
Bir sayıda yazdığına hayran olmuştum.
Ara ara aklıma gelir fakat bayadır anımsamıyordum...

Sanırım onu da buraya yazmak gerekli akıllı olmak için...

çocuk mutlu mutlu oynarken yaramazlık yapar laftan anlamaz bazen,
ekiki ekiki diye gülerken annesi çakıverir tokadı
anlamaz ne olduğunu ağlamaya başlar birden.

hayat güzel güzel giderken sevgilin terk eder, bilmemne olur
ha? ne? diyemeden her şey boka sarar birden
her zaman gülünmez ya, ağlamak lazım bazen.

19.9.11

AMA BİZ GÜÇLÜ OLMAK İSTEMİYORUZ Kİ!



Leyla ile Mecnun, kendi çölünde kaybolanların hikâyesidir. Umudunu yitirmeden bekleyenlerin, hüznün olduğu yerde kahkahayı eksik etmeyenlerin, hala sevdiği kızın gözlerine bakıp “seni seviyorum” demekte zorlananların hikâyesidir.

Leyla ile Mecnun, hayatı boyunca hep yedek kalmışların hikâyesidir. Beethoven’ın 9. Senfoniyi bestelediğinde sağır olduğunu bilenlerin ama arabeskten de vazgeçemeyenlerin, başka hikâyelere dâhil olamadığı için kendi hikâyelerini yazanların, bazen küfürlü konuşup, aşkla susanların, kafası hayli karışık olanların hikâyesidir.

Leyla ile Mecnun, güçlü olmak istemeyenlerin hikâyesidir. Daha çok deneyen, daha çok yenilen, hep deneyen ve hep yenilenlerin hikâyesidir.

Neemiş?

İşte Leyla ile Mecnun bizim hikâyemizmiş. Vir vir vir, vir vir vir konuşmaya gerek yokmuş.

İmza; LAAAPS!!

-Burak Aksak-

31.8.11

adim adim...

Uzun bir aradan sonra merhaba....

Ben blogdaki yazıları kaldırdığımdan beri köprünün altından cok sular geçti.

Koca askerliği yedim bitirdim. Geldiğim günden itibaren yoğun bir tempoyla çalıştım ve kafamı pek kaldıramadım.

Bunu okuyanlar az çok bilir, heyecanlı ve aceleci bir yapım var ve sonuca hemen ulaşmak isterim.

Gerek yaşananlar, gerek yaş tecrübem ile bu sefer daha sakin be daha mantıklı hareket etme niyetindeyim.....

Az biraz seviyorsanız bana şans dileyin...

Vira...

24.6.09

adalet ?



yukarıda fotoğrafı olan arkadaş serbest bırakılmış.

ben nasıl rahat rahat sokakta yürüyeceğim? nasıl okula gideceğim elimi kolumu sallaya sallaya ? benim can güvenliğimden kim sorumlu olacak? ailem mi ? bırakın allahınızı severseniz.

yaşayamadıklarımın hesabını kim verecek ? hadi burada bazen kendimize kızıp bazı hatalarımızın sorumluluklarını alıyoruz, ama bu kurşunlardan birisi bana gelseydi ne olacaktı ?

yarın öbürgün çoluk çocuğa karışacağız, bu adamlar serbestken ben evladımı nasıl dışarı çıkartacağım ? zaten bir ton bok püsürden çekinceli aileler.

ya adelet mülkün temeli diyorsunuz, adalete güven diyorsunuz, kanunlar var sayfa sayfa... yasalar var. bu adam nasıl serbest kalıyor ? nasıl bir yasa yorumudur ? nasıl bir kanun açığıdır bu ?

sonra kimse bana gelip sen bu vatan topraklarında yaşıyorsun, devlete karşı sorumlulukların var demesin...

%30 gelir vergisi ödüyoruz biz. %30 kazanmıyoruz herhangi bir işimizden. ki devlet kemiksiz %30 kazanıyor. ÖTV'lere geçmiyorum, lüks tüketim vergisine geçmiyorum bile... biz bu ülkede yaşadığımız için bize kesilen faturanın hepsini kuruşu kuruşuna ödüyoruz. askerlik diyorlar yapıyoruz... kimsenin sesini çıkardığı yok, çıkan sesin de cevabının ne olacağı belli, bütün bunları geçtim.

ulan bari sokaklarda huzurlu olalım, sonra bana münferit olaylar diyorsun..
ulan yakaladıklarının cezasını ver, ben de diyeyim ki "devletim hakikaten bu suçluları yakalayınca cezasını veriyor" , içim rahat olsun.

bir şekilde bu adamın salıverilmesine karar veriliyor, o karar da benim verdiğim vergilerle alınan dosyalara, benim verdiğim vergilerle alınan kalemlerle, benim verdiğim vergilerle parasını ödediğim kişiler tarafından yazılıyor...

adaletine sıçayım türkiye.